Saksıda çiçek yetişir, çocuk yetişmez. Günümüzde şehirlerde hele hele büyük şehirlerde yetişen çocuklarımız maalesef saksıda yetişiyor. Acaba saksı metaforu yerine akvaryumu mu tercih etseydik, evet hiç de fena olmaz. Şehir çocukları, maalesef akvaryumda yetişen çocuklar… Özgürlüklerinin sınırları epeyce daraltılmış, alt komşu rahatsız olmasın diye evin içinde koşmalarına dahi izin verilmeyen sevimli varlıklar…

Bu zavallı çocuklar, mevsimleri bilmez, ağaçların ne zaman çiçek açtıklarını ne zaman yaprak döktüklerini bilmez. Hatta ağaçların adlarını dahi bilmezler. Size, karpuzun nasıl bir ağaçta yetiştiğini sorarlarsa şaşırmayın.
Bizim gibi çocukluğu köyde veya küçük bir yerleşimin kenar mahallesinde bahçeli bir evde geçen insanlar çok kısmetli. Bizler ağacı meyvelerinden değil yaprağından bile tanırız. Hatta yaprak dökmüş çırılçıplak kalmış bir ağacı gövdesinden, çıplak dallarının renginden, deseninden bile tanırız.
Çocuk, eşrefimahlukatın tatlı meyvesi… Onlardaki yaşama sevinci, hayata oyun gözüyle bakma güzelliği olmasaydı ne kadar renksiz olurdu bu dünya.
“Hiperaktif” kelimesi moda oldu. Çok hareketli olan bütün çocuklar için kullanıyoruz bu kelimeyi. Özellikle biz öğretmenlerin diline pelesenk oluyor.
“Bu çocuk çok hareketli, bir psikiyatriste gösterseniz…”
Hop bir dakika, ne oluyoruz ya!
Tam tersi, durgun, hareketsiz çocuklarda sıkıntı var demektir. Koşmayan oynamayan çocuk mu olur?
Saksılarda, akvaryumlarda yetiştirdiğimiz zavallı çocuklar; konuşamadığı, oynayamadığı için enerjisini atamıyor. Atamayınca da bu enerji yaramazlık olarak ortaya çıkıyor. Sorun çocuklarda değil bizlerde. Çocuk yetiştirmeye çalıştığımız saksılarımızda ve akvaryumlarımızda…
Etrafındaki ayetlerden, yüce yaratıcının varlığının delillerinden habersiz çocuklar yetiştiriyoruz akvaryumlarda. Geçenlerde, bir sınıfta, on yedi / on sekiz yaşlarındaki öğrencilerime şöyle bir soru sordum:
“Gökyüzüne en son ne zaman baktınız, lütfen samimiyetle söyler misiniz?”
Sırayla dört kişiye sordum bu soruyu. İnanın bana, cevap veremedi hiçbiri.
Ortak cevapları: “Hatırlamıyorum hocam!”
Beton, demir ve plastikten oluşan suni ortamlarımızda nesil yetiştirmeye çalışıyoruz. Gıdalarımız gibi yaşam alanlarımız da hormonlu; fıtrattan, insanlıktan uzak…
Şehirlere; “taşı toprağı altın” diye hücum edip gelmişiz. Zor mücadelelerle belki altın da kazanmışız ama fıtrat elimizden kayıp gitmiş…
Kendini İstanbul’a bağlayan hiçbir sebep olmadığı halde burada boş boş ömür tüketen arkadaşlara soruyorum bazen:
“Gitsenize kardeşim memleketinize; ağacın, çiçeğin, böceğin içine…”
Aldığım klasik cevap şu:
“Alışmışız abi, ne yapalım!”
Gelecek nesillerin, hür kuşlar gibi koşup oynayabilecekleri doğal ortamlarda yetişebilmeleri temennilerimle…
NABİ KÜÇÜK
Türk Dili ve Ed. Öğrt.